Manchester by the Sea / 2016, 135 dk
Kurgusal olarak çok basit gibi görünen Manchester by the Sea, bütünü oluşturan parçalara şöyle bir yakından baktığınız zaman ele veriyor sırlarını. En trajik Kemalettin Tuğcu eserlerinden bile daha trajik sahneleri, mutlu aile komedilerinde hiç de sırıtmayacak sahnelerle arka arkaya kullanıyor yönetmen Kenneth Lonergan. Ortaya çıkan filmin ton olarak tutarlı ve bütünüyle sürükleyici olması, 2016’nın minik sinematik mucizelerinden biri olsa gerek.
Manchester by the Sea’nin merkezinde, ağabeyinin ani ölümünden sonra memleketine geri dönmek zorunda kalan Lee Chandler var (Casey Affleck). Lee, yalnız kalan yeğeni Patrick’in geleceği için bir yol çizmeye çalışırken, kendi geçmişindeki hatalarla da yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu ikili olay örgüsü o kadar doğal kurgulanıyor ki, Lee’nin kişisel yolculuğu acınacak veya ibret alınacak bir hikâye olarak değil, tercihler ve kabullenme üzerine bir “gerçek hayat kesiti” olarak sunuluyor seyirciye. Yan karakterlerin de en az başrol kadar gerçekçi ve zengin detaylandırılmış olması, izlerken aldığınız bu duyguyu daha da pekiştiriyor.
Ancak bu yaklaşım, Manchester by the Sea’yi farklı kılsa da, akılda kalıcı yapmıyor maalesef. İzlerken boğazınıza oturan yumruğun etkisi – bilinçli bir tercih olarak – uzun süreli değil. Casey Affleck’in sakin ve metanetli performansı, muhtemelen filmden kalan en değerli şey olacak benim için.