Türk televizyonları, tarihi hikâyeleri genellikle iki şekilde anlatıyor: Muhteşem Yüzyıl kafasındaki ucuz pembe dizi estetiğiyle, veya “O değil de, Osmanlı çok süperdi lan!!!” seviyesindeki gizli propaganda ürünleriyle.
İşin acı yanı, şikâyet etmek muhtemelen yersiz. Muhteşem Yüzyıl’ın dahi “ecdadımıza küfür ediliyor!” tepkileriyle karşılandığı Türkiye’de, tarihi gerçeklerin soğukkanlı ve taraf tutmayan bir dille dramatize edilmesini beklemek saçma belki de.
Ecdadımıza bir şey olmasın, BBC2’nin VIII. Henry dönemini anlatan altı bölümlük olağanüstü mini dizisi Wolf Hall, geçtiğimiz hafta tamamlandı.
VIII. Henry ve Anne Boleyn arasındaki ilişki, modern edebiyat ve sinemada daha önce de konu edilmişti. Wolf Hall, bu klasik hikâyeyi, bürokrat Thomas Cromwell’in bakış açısından, saray içindeki güç oyunlarının bu karmaşık karakter üzerinde bıraktığı etkileri ön plana alarak aktarıyor.
55 yaşındaki tiyatro oyuncusu Mark Rylance’ın ustalıkla hayat verdiği karakter, sokağın diliyle büyümüş ama sarayın dilini konuşmayı çok iyi öğrenmiş. Cromwell, süratle Henry’nin en güvendiği adam pozisyonuna yükselirken, yaptıkları ve yapmadıklarıyla, vicdan, sadakat ve yitim üzerine düşünsel bir yolculuğa çıkarıyor seyirciyi. Wolf Hall, hiçbir hızlı yükselişin bedelsiz olmadığını, Cromwell ve Anne Boleyn ikiliğinde, destansı bir dille anlatıyor.
Boleyn’i canlandıran Claire Foy ve VIII. Henry rolündeki Damian Lewis (Homeland) ile beraber Rylance, aslında çok kötü şeyler yapan bu üç tarihi figürü, kusurlarıyla, tutkularıyla, sakat inanç dünyalarıyla etten kemikten insanlara dönüştürüyor, inanılır kılıyor.
Özenli prodüksiyonu ve Hilary Mantel’in ödüllü romanlarından uyarlanmış akıllı senaryosunu da hesaba katarak diyorum ki, Wolf Hall son zamanlarda televizyonda yayınlanmış en iyi şey.
Kraliçe II. Elizabeth’in “Eyyy BBC bizim böyle bir ecdadımız yok!” çıkışını yapacağı günü ibret içinde bekliyoruz.
10 üzerinden 10