İngilizce’de “whistleblower” kelimesi, bir kurum içindeki yolsuzluk, yetkinin kötüye kullanılması gibi kamu menfaatiyle çelişen veya yasadışı faaliyetleri ifşa eden bireyler için kullanılıyor. Birebir tercümesi “düdük çalan” – bir hakemin gördüğü faule düdük çalması gibi. “İspiyoncu”, “muhbir” gibi negatif içerikli kelimelere alternatif olarak 70’li yıllarda türetilmiş.
Yalnız ve güzel ülkemizde yolsuzluklara, haksızlıklara karşı ses çıkarma kültürü yok. Dolayısıyla “whistleblower” kelimesinin tam Türkçe tercümesi de yok. Göz yummayı reddedip konuşmayı seçen zındığa paralel montajcı ispiyoncu deyip geçiyoruz.
2013 yılında tüm dünya Edward Snowden adını yürek yemiş bir “düdük çalan” olarak duydu. Snowden’in Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’nden sızdırdığı, özel hayatın gizliliği ilkesini hiçe sayan fişlemelere dair belgeler, en hafif tabirle dehşet verici nitelikte.
Yaptığınız her telefon görüşmesinin bir yerlerde kayıt altına alındığı, kredi kartınızla yaptığınız her alışverişin not edildiği, bilgisayarınız ve mobil cihazlarınızdaki bütün İnternet geçmişinizin arşivlendiği bir dünya, size çok mu uzak geliyor? Terörle mücadele kapsamında ülkelerin ulusal güvenlik dairelerine HER TÜRLÜ yetkinin tanındığı, manipülasyona son derece açık, sistematik bir biçimde, emin adımlarla büyüyen yeni bir düzen kuruluyor etrafımızda. Michael Sikkofield’e bağlamak istemezdim ama, UYANIN MİLLET.
CitizenFour belgeseli, bu yeni düzen hakkında söylenen yalanları, gerçekleri ve niye umursamamız gerektiğini, ayrıcalıklı bir koltuktan aktarıyor: Belgeselci Laura Poitras, Amerikan düşmanı ilan edilen Snowden’ın temasa geçtiği ilk medya mensuplarından biri. Meşhur The Guardian söyleşisinin gerçekleştiği Hong Kong’taki otel odasından, siyasi sığınma talep ettiği Rusya’daki evine kadar, 29 yaşındaki bilgisayar uzmanının hayatındaki özel dönüm noktalarına şahit oluyoruz.
Gerçek şu ki, konunun bu yazıda özetleyemediğim müthiş ehemmiyeti bir yana, CitizenFour bir sinema eseri olarak yetersiz kalıyor.
Bütün hikâyenin Snowden etrafında şekillendiği aşikârken, hem güvenlik sebeplerinden, hem de kendisinin fazla ön plana çıkmak istemeyişinden ötürü, uzun aralıklarla Snowden’ın sesinden mahrum kalıyor CitizenFour. Bunun bilinçli ve gerekli bir tercih olduğu savunulabilir; ancak Snowden’ın kişisel hikâyesini denklemden çıkardığınız zaman, geriye, birbiri ardına “Amerikan Ulusal Güvenlik faaliyetlerinin niye ve nasıl kötü olduğunu” savunan bir dolu beyanattan başka bir şey kalmıyor – ve açıkçası, belirgin bir anlatımdan yoksun kalan film, ağzınızı açık bırakan bütün ifşaata rağmen, yorucu bir ev ödevine dönüşüyor.
Yine de, “o ses kayıtları gerçek olamaz canım, ama belki olabilir de, aman yasadışı dinlemişler zaten!” diyenlerin sefa sürdüğü cennet ülkemizde izlenmesi gereken bir film diyelim, yılın en gergin film sahnesinin bu filmde olduğunu belirtmeden de geçmeyelim. [spoiler] O yangın alarmında kesin bir pislik vardı! [/spoiler]
10 üzerinden 5,5
Geri bildirim: SİNEMA: SELMA | Anlayan Adam.·