SİNEMA: THE IMITATION GAME

TheImitationGame

Biyografik filmlerin çoğunun işlediği büyük günahları daha önceden yazmıştım: Karakteri olduğundan daha iyi biriymiş gibi göstermek, “ilham verici yaşam öyküsü” anlatma zorunluluğu, bütün bir hayatı iki saatte özetleyebilmek için kişinin yaşamındaki önemli anları peş peşe sıralama hastalığı…

Modern bilgisayarların ve yapay zekânın atası kabul edilen İngiliz bilim adamı Alan Turing’in hikâyesini anlatan The Imitation Game, bu günahların etrafından dolaşıyor ama, göründüğü kadar da masum değil.

İkinci Dünya Savaşı devam ederken İngiliz hükümeti, dinlemeye takılan şifreli Alman mesajlarını çözebilmek için çok gizli bir ekip kurmuştu. The Imitation Game, Alan Turing’in bu projede geçen zamanına odaklanıyor. Ama orada durmuyor. Filmin merkezindeki “şifre kırabilen zeki bir makine yaratma” hikâyesinin mütenevvi kısımlarına, Turing’in çocukluk yılları ve hayatının son dönemindeki “ahlaksızlık suçlamaları” da serpiştiriliyor. (Alan Turing 1952 yılında eşcinsel ilişkiyi suç kabul eden yasa kapsamında bir tür hadım cezasına çarptırılmış ve 1954 yılında – kuvvetli ihtimalle – intihar sonucu vefat etmişti – spoiler değil genel kültür!)

Açık konuşacağım. Bu ekibin elinden Turing’in eşcinsel kimliğini ve bu sebeple maruz bırakıldığı korkunç, trajik, dehşet verici haksızlıkları anlatan bir filmi ben de izlemek isterdim ve eminim çok ilgi çekici olurdu. Bu haliyle The Imitation Game, pek çok eleştirmen ve yorumcu tarafından muhafazakâr izleyicileri yabancılaştırmamak için “gerçekleri hasıraltı etmek” ile suçlandı.

Bu suçlamaya katılamıyorum. Öncelikle, Turing’in cinsel kimliğinden ötürü karşılaştığı kişisel ve sosyal zorlukların senaryoda yeterince temsil edildiğini düşünüyorum. Geçmişe dönüş sahnelerinde izlediğimiz ilk gençlik aşkı, Joan Clarke ile olan ilişkisi, hatta filmin adı bile (“taklit oyunu”) Turing’in devamlı olarak hissettirildiği sosyal dışlanmışlığı, duygusal bir maskeyle dolaşma içgüdüsünü layıkıyla vurgulamıyor mu?

İkinci olarak, filmin, Turing’in özel hayatını yanlış ve taraflı aktardığını iddia etmeden önce, Turing’in bütün hayatını yanlış ve taraflı aktardığını fark etmemeyi, samimi bulamıyorum.

TURING’İ NASIL BİLİRDİNİZ

İnternette kısa bir araştırma, The Imitation Game’in daha heyecanlı bir metin elde etme yolunda tarihi gerçekleri ne ölçüde eğip büktüğünü gözler önüne seriyor.

  • Filmde beş kişiden ibaretmiş gibi görünen şifre kırma ekibi, gerçekte 10 bin kişiden fazlaydı. Alan Turing şifre kırma cihazını tek başına, sıfırdan yapmadı; hâlihazırda var olan bir cihazı, matematikçi Gordon Welchman’ın önemli katkılarıyla iyileştirdi. Cihazın adı hiçbir zaman “Christopher” değildi.
  • Almanların şifreleme teknolojisi savaş boyunca değişti ve gelişti; tek bir şifre kırıldıktan sonra “bundan sonra yapacağımız tek şey, çözdüğümüz mesajların nasıl kullanılacağına karar vermek!” noktasına hiçbir zaman ulaşılmadı. Zaten şifresi kırılan mesajların hangi ölçüde kullanılacağı kararı Turing ve arkadaşlarına değil, çok daha yüksek seviyelerdeki güvenlik birimlerine aitti.
  • Turing hayatının hiçbir döneminde casuslukla suçlanmadığı gibi, filmde casus olduğu ortaya çıkan karakterle muhtemelen asla tanışmadı. İngiliz istihbarat servisiyle herhangi bir diyalog içinde değildi.
  • Turing’in sosyal becerisi filmde gösterildiğinden çok daha gelişmiş düzeydeydi. Espri anlayışına sahip biri olarak tanınır ve sevilirdi. Beraber çalıştığı “satranç şampiyonu” Hugh Alexander ile herhangi bir gerginlik yaşamamıştı. Yine beraber çalıştığı Peter Hilton’ın savaşta hayatını kaybeden bir ağabeyi yoktu.
  • Mecbur bırakıldığı korkunç hormon tedavisinin zekâsını veya ruh halini kötü etkilediğine dair herhangi bir işaret yoktu. “Tedavi” boyunca ve sonrasında akademik çalışmalarına devam etmişti. Tedavi süreci intiharından on dört ay önce son bulmuştu.

Bütün bu değişikliklere rağmen, belki de bu değişiklikler sayesinde, The Imitation Game kötü bir film değil. Olaylar ve insanlar hakkındaki “serbest” yorumlamaya rağmen, bir film karakteri olarak Turing insani kusurlara sahip ve filmin genel havası “ilham verici!”den ziyade melankoliye yakın. Manipülatif bir dili yok.

Nihayetinde iyi vakit geçirtmeye yönelik bir Hollywood filmi, tarihi gerçeklere ne ölçüde bağlı kalmalı? Yüklü ve zorlayıcı bir soru. Cevabını bulana kadar Mr. Turner, Foxcatcher ve The Imitation Game gibi biyografik filmleri rahatlıkla yılın kalburüstü filmleri arasına alıyorum.

10 üzerinden 7,5

One response to “SİNEMA: THE IMITATION GAME

  1. Biyografi türündeki filmlerdeki yapmacıklık bana da bayağı gelmeye başladı. Özellikle son dönemde Holywood’un eğildiği bir alan zaten. Amacı hala anlayabilmiş değilim, insanlara örnek oluşturmak mı yoksa tamamen ulaşılamaz bir düş kurmak mı ?

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s